20140906

Gel Tolkien kardejjj, öpüjjjeem

Sadece meyhane değil burası!
Aynı zamanda öğrencilere burs
sağlayan bir mekan!
Şu anda Oxford’da Lamb And Flag (Kuzu ve Bayrak) meyhanesinde oturmuş ‘Huh?’ adlı bir biradan yudumluyorum.

Bu meyhane, hemen karşısındaki The Eagle And Child (Kartal ve Çocuk) ile beraber Tolkien ve saz arkadaşlarının öğrencilerle boğuşmaları arasında oturup edebiyat tartıştıkları iki ana meyhaneden birisi ve buram buram tarih kokuyor. Bira seçenekleri son derece geniş olan bu mekan son derece tatlı bir havasıyla bunca sene niye buraya bir uğramadığım sorusunu hatırlatıyor. Ne yazık ki son derece şirin olan Kartal ve Cocuk meyhanesinin girişindeki küçük kabinler doluydu ve eskiden Tolkien ve Lewis'in grubunun toplandığı oda artık içinden geçilen bir koridora dönüştüğünden pek bir zevk vermez haldeydi. Sonuçta aklın fikri bir, tarihte de Tolkien ve Lewis'in Mürekkepçi tayfası burada buluşmaktan vazgeçip youn karşısındaki Kuzu ve Bayrak'ta bulmuşlar. Ne yazık ki Kartal ve Çocuk'un bira seçenekleri hakkında aynısını söyleyemeyeceğim. Büyük bir meyhane şirketinin satın almasıyla hem yiyecek hem de içecek konusunda son derece zayıflamış diye okudum, içecek olayında gerçekten hak verdim. Sadece dört ale pompası vardı, birisi (hayli standard bir Brakspear) ben uğradığımda çoktan bitmişti, geriye sadece üç tane ilginç denebilecek bira varken sadece birisi yerel idi, bir tanesi Avustralya'dan gelen bir fıçı idi ancak ben mümkün olduğunca yöresel biraları tercih eden birisi olduğumdan tenezzül etmedim.

Oxford, Tolkien ve C.S. Lewis tarihçesiyle fantazi dünyasında yerini oturtan bir yer. Philip Pullman’ın fantastik paralel evren Oxford’u ile beraber fantazi seven birisinin kesinlikle ziyaret etmek istediği bir şehir olsa gerek. Her ne kadar Mieville gibi ‘urban’ fantazi yazarları mekan olarak Londra, Chicago veya New York büyük şehirleri seçse de Oxford gibi daha küçük yerlerin kendilerine özgü bir havaları var ancak Cambridge ve Oxford her ne kadar eski İngiliz üniversite şehirleri olarak tanınmış olsa da benim gözümde bundan çok turizmin kontrolden çıktığı yerler.

Yıllar önce Cambridge pazar meydanında bir bankta oturmuş kütüphaneden aldığım kitapları gözden geçirirken yakınıma bir uzak asyalı turist grubu gelmişti. Hep beraber aynı anda aynı yere bakıp, aynı anda otuzdan fazla kişinin boyunlarındaki kameralara uzanıp aynı şeyin fotoğraflarını çekmeleri beni hayli güldürmüştü.

Oxford kalabalıkları
Turist değil, yakınında veya içinde yaşayan birisi olarak bu mekanlar bende aynı hissi yaratmıyor galiba. Üniversitenin kolejleri bana itici geliyor, gidip bakasım dolaşasım gelmiyor.

Tolkien ve Lewis, bu meyhanelerde oturup edebiyat, eski ingilizce tartışıp, yazdıkları fantazileri birbirlerine okuyarak yorumlayarak buraların tarihine girmişler. Başka yerde olsa herhalde her taraf onların resimleri, posterleri, reklamlarıyla dolu olurdu ancak burada ancak bilen biliyor, tek bir ibre yok neredeyse 70 sene önce burada olup bitenlerden. (Küçük not, daha ticari olan Çocuk ve Kartal'da azıcık var). Özellikle bir çok binasının Türkiye Cumhuriyetini geç, Amerikanın bağımsızlığını ilan etmesinden, bazı binalarının Amerikanın keşfinden eski olduğunu düşünürsek sadece 70 sene önce birkaç kitap kurdunun oturup burada benim oturduğum masalarda bira içmiş olması pek bir şey ifade etmiyor olsa gerek. Öte yandan Ankara’yı geçtim, İstanbul’da benzeri şekilde bir tarihi olup yerle bir olmamış bir bina aklıma gelmiyor. Oxford’un en eski pubunun 1400‘lerden beri aynı yerde olması (ve tavanının kafamı vuracak kadar alcak olması) daha hatırlatıcı geliyor. Kuzu ve Bayrak, 1650'lerden beri burada. Oxford'daki gençler buraya gelip bir şeyler içmeyi Dördüncü Murat zamanından beri biliyor.

Tolkien, C.S. Lewis’i ateistlikten dine döndürdükten sonra araları çok iyiydi ancak C.S. Lewis’in yazdıklarının daha popüler olmasının kıskançlığı, Lewis’in Katolik kilisesi yerine Anglikan kilisesine dönmesi üzerine çok kötüleşmişti. Lewis, şu günlerde kötü bir şekilde beyaz ekrana vurulmuş olan İncil çakması romanlaryla Amerikan hristiyan dincilnerinin dışında pek iyi hatırlanmazken Tolkien’in yazdığı hristiyanlıktan pek bahis etmemeyi tercih eden romanları ve iyi ya da kötü ama inanılmaz çok satan filmleriyle çok daha meşhur olmayı başarmış durumda. Ancak Tolkien’in ölümü öncesı ve sonrasında kocaman Orta Dünya ormanlarının hayli dalga geçilir eserler olduğunu hatırlamak lazım - bu kitapların özellikle filmler sayesinde herkesin okudugu ya da en azından haberdar olduğu eserler haline geldiği bir gerçek. Daha 20 sene önce bu kitaplar ancak özellikle fantazi sevenlerin bildiği eserler haline gelmişti.

Bazen CGI gerektirmiyor
Günümüzde CGI sağolsun, fantazi eserlerini filme veya küçük ekrana dökmek ucuzladı. Orta Dünya üçlemesi Hollywood’a bu işin para getirebileceğini gösterdiğinden beri her sene en az bir büyük bütçe film görüyoruz. R.R. Martin’in romanlarının televizyon başarısı aklımda diğer benzeri çalışmaların uzak olmadığını düşündürüyor. Hobbit bu sene bittikten sonra sırada yedi tekmili birden uzun bir Zaman Çarkı gelmezse hiç şaşırmam. Esas beni korkutan herhalde Dragonlance tarzı düdük romanların aynı şekilde ekrana getirilmesi. Öte yandan her ne kadar kitaplar düdük olsa da, seviye ve kalite açısından televizyon serisi uygulamasına çok uygun olabilirler - tek gerekli olacak bol miktarda seks sahnesinin yazılması!

Tolkien’de seks bahsi geçmezken, karakterlerin birbirlerine uzun süre bakmaları ile aşk anlatırdı, C.S. Lewis’in çok daha dinci eserlerinde seksin düşüncesi bile mümkün değilken, yenice yazarlarda seks ve şiddetin bolca olması ya modern izleyicilerin beklentilerinin değiştiğini gösteriyor bana, ya da hep böyle olduğumuz ama ancak şimdi itiraf ettiğimizi.

Endistriyel bir şekilde ölüm saçan birinci dünya savaşının travmalarını ve dünyada yarattığı değişikliklerinin etkisinde, Tolkien Hobbit ve Yüzüklerin Efendisinde Oxford çevresinin akademik, eski geleneklerin kurallarıyla yaşayan yeşillikler içinde uykulu, bezgin bir üniversite şehrinden  savaş için mühimmat ve silah üreten, fabrikalarla dolu bir modern şehre dönmesini çok yansıtıyor. Hobbitlerin köylerinin kötüler tarafından ele geçirilip İsengardvari bir şekilde kara dumanlarla kaplanması, Savaştan dönen Hobbitlerin bu ‘endüstrici’ kötüleri alaşağı edip vatanlarından kovmaları, bundan tam 100 sene önce başlayan büyük savaştan dönen muhabere yorgunu Tolkien’in çevresinde gördüklerine karşı bir tepkisi. Bu meyhaneye gelirken artık BMW kontrolünde olan dev Mini fabrikasının yanından geçtiğim için Tolkien’e hak vememek zor geliyor.

Öte yandan ne Tolkien ne Lewis herhalde dünyanın dört bir yanından tarihçesini görmek için insanların Oxford’a doluşacaklarını düşünemezdi. Dışarıda turist güruhlarından adım atılamazken Kuzu ve Bayrak meyhanesi bomboş. Öyle gözüküyor ki bu insanların gözünde Oxford’dun tarihçesinde Tolkien ve C.S. Lewis çok küçük bir yer alıyor.

Yazıyı bitirdik, bira kaldı, içek de gidek
Belki de bu normal. Peter Jackson’un filmi yapacağı eser sayısı bitmek üzere. Silmarillion, bütün güzelliğine rağmen filmi zor yapılası bir eser. Öte yandan Beren ve Luthien’in hikayesini izlemek isterdim büyük ekranda. Son Hobbit filmi de çekildikten sonra bu kuyunun suyu kuruyacak, Hollywood sistemi kendisine yeni bir hedef ve taban arayacak. Marvell eserlerinin bitmez tükenmez popülerliği düşünülürse, Tolkien’in eserlerinin tekrar sadece fantazi sevenlerin bildiği eserler haline geri dönmesi çok zaman almaz, en fazla on-onbeş yıl fazlasıyla yeter.

Bu da bittikten sonra, Tolkien’in bu meyhanede bir şeyler içtiğini hatırlayan, buraya bu amaçla gelen kaç kişi kalır acaba. Ancak bir şey kesin, bu iki meyhanenin ömrü bizden çok daha uzun olacak.

Kafayı Niheidim

Tsutomu Nihei.

Tam da bu bulutlu, iç karartıcı ve uykulu günde ne yapacağımı düşünürken kapı çaldı. Haddinden fazla neşeli bir postacı, merdivenlerin bile tümünü çıkmaya üşenerek bana bir kutuyu resmen fırlattı, iyi günler dileyip vınladı. Tabii burada İngiliz Posta Ofisinin özelleştirilmesi ve çalışanlarına inanılmaz bir derecede yük bindirmeleriyle artık postacıların yürümekten vazgeçip postaları kapıdan kapıya koşarak etrafta dolaşmasından uzunca bir şekilde bahsedebilirim ama bir elimde bir kutu, öteki elimde az kalsın kapının önüne döktüğüm kahve, ayağımla kapıyı kapatarak içeri geçtim ve kutuyu açtım, içindekileri serpiştirdim.


Devamı aşağıda...


20140525

Umut

O pazar, evimde oturmuş uzun süredir biriken İnterzone dergilerini okuyordum. Aniden kapının çalmasıyla irkildim. Bir elimde dergi, diğerinde kahve bardağim kapıyı üçüncü elimle açtığımda karşımda iki tane kafası kazınmış, kalas gibi adam vardı.

'Hakan Kosggglllu' dedi birisi, 'Hakan Köseoğlu' diye düzeltmemle 'Gel lan pezevenk' diye yakamdan tutup beni merdivenlerden aşağı sürükleyip bir vanın içine atıp bastılar, kapıyı kapatır kapatmaz da girişmeye başladılar.

İki saat sonra kendimi Manş tünelinin girişinde bir binada küçük bir odada buldum.

'Tamam arkadaş, sen pis bir yabancısın ve şimdi ülkeden dışarı atılıyorsun' dedi karşımdaki siyah üniformalı.
'Ancak ben bir Birleşik Krallık vatandaşıyım, olamaz böyle bir şey' dedim. Cevabım 'Birleşik Krallık Bağımsızlık ve Milliyetçi Partisi hükümeti senin gibilerin vatandaşlığını kabul etmiyor, topunuz dışarı atılıyorsunuz, zencilerle asyalılar gemilere doldurulup Afrika, Pakistan ve Hindistana gönderiliyor, senin gibi Avrupa tarafından gelenler için ayrıca gemi tutmaya gerek yok, yürüyerek gidersin gideceğin yere!' oldu.

Odadan dısarı sürüklenip tekmelerden kaçmaya çalışırken kendimi tünel girişinde binlerce başka kişiyle buldum. Üstümde sadece bir sabahlık, ayağımda terlikler, bana verilen emir 'Haydi yürü, siktir git!' idi.

Elli kilometre ve onbeş saat yürüyüşten sonra kendimi Fransta toprağında buldum. Fransız polisi ifademi alıp bana Paris'teki konsolosluklara gidebileceğime dair bir kağıt verip serbest bıraktı. 'Yani istediğim yere gidebilirim?' diye sorduğumda 'Avrupa topluluğu hareket bağımsızlığı veriyor ancak burada ne çalışabilirsin ne de bir devlet yardımı alabilirsin. Tarihine bakılırsa İngiltere veya Türkiye konsolosluğu tek alternatifin' dendi.

Aradan haftalar geçtikten sonra, artık yalınayak ve hayli kilo vermiş bir halde kendimi İngiltere Konsolosluğu önünde buldum. Oradan tek alabildiğim sıkı bir dayaktı ancak Fransız polisinin yol boyunca bana her gün bulup attığı dayaklardan artık acıya alışmıştım. Türkiye Konsolosluğunu bulup kuyruğa girdim ve sonunda kendimi kısa saçlı, pala bıyıklı, kravatsız bir bürokratın karşısında buldum ve derdimi anlattım. Yıllardır Avrupada yaşadığımdan Türk pasaportumun süresi biteli bilmem kaç sene olmuştu ve nüfüs cüzdanım da geride, evimde kalmıştı. Ankara'ya yolculuk için hem para desteği hem de kağıtlara ihtiyacım vardı. Biraz klavyeyi takırdattınktan sonra bana baktı.

'Hakan Bey, uzun zamandır dikkatimizi çekmemişsiniz. Yasalar değişti. Uzun süredir pasaportunuz olmadığı için ve Türkiye'de kayıtlı olmadığınız için vatandaşlığınız tehlikeye girmiş' dedi.

'Eee, ne yapmam lazım bu durumda, hangi dilekçele....' derken sözüm kesildi.

'Kayıtlarımıza göre baba tarafınız sülalece artık Türk kabul edilmediğinden vatandaşlıktan atılmış. Ayrıca sağda solda internette sosyalist olduğunuzu yazmışsınız. Haliyle sizi Türkiye Devleti ve Milli Hareket Kalkınma Partisi Hükümeti istenmeyen kişi listesine almış. Bu andan itibaren Türk vatantaşlığınız iptaldir. Nereye gitmek istereniz oraya gidin ancak Türkiye'ye adım atamazsınız. Ayrıca bütün malvarlığınız şu andan itibaren Türk devletine aittir. GÜVENLİK, Hikmet! Atın dışarı bu herifi ve bir daha içeri almayın!'

Kapıdan dışarı tekme tokat atıldıktan sonra başka ne yapabılirim diye düşünürken alienin İrlanda bağlantıları geldi. Ne kaybedebilirdim ki? Kuzey İrlanda ile birleşip tek bir devlet olmalarının üzerinden daha birkaç yıl geçmemişti daha, Belfast'a gidebilmek için şansımı deneyebilirdim.

Uzun bir bekleme sonrasında kendimi karşısında bulduğum O'Connor adlı bürokratın derdimi anlattıktan sonra bana ilk sorusu 'Hmmm, hangi dine inanıyorsunuz' idi. 'Ne farkeder ki?' diye sormamla söylevi yedim. 'Mr. Hakan, Birleşik İrlanda Cumhuriyeti Hristiyan bir ülkedir. Katolik ve Protestanların arasındaki barışı sağlayabilmemizin tek olumlu sonucu, bütün başka dinlere inananları sınır dışı etmemizle ancak mümkün oldu ve bunu koruma konusunda çok ciddiyiz.'

'Ancak ben bir dine inanmıyor...' Derken O'Connor ayağa kalkıp gözüme bir yumruk geçirdi olanca siddetiyle. Sandalyeden düşüp şaşkınlıkla bakarken  'Siktiğimin Ateistleri, GÜVENLİİK!!! Paddy, bu herifi dışarı at, bir daha da içeri almayın' diye bağırdı ve artık alıştığım bir prosedürden geçtikten sonra kendimi tekrar sokakta buldum.

Aradan haftalar geçtikten ve bir sürü dayaktan sonra kendimi Marseille civarlarında bir balıkçı kasabası yakınlarında bir sahilde Akdeniz'e bakar buldum. Bir balıkçının kayığına atlamak üzereyim. Hedefim Afrika. Belki kara kıta beni bağrına basar, Avrupa Topluluğunun Akdenizde güneyden gelip kuzeye giden kaçakların gemilerini batırmak için kullandığı robot denizaltıları herhalde ters yöne giden birisine çok dikkat etmez diye umuyorum. Bundan sonra benden bir haber alamazsanız, muhtemelen balıklara yem olmuşumdur. Tekrar görüşmek üzere.

20140412

Remote Controlled Flight

One thin can, tumbling
Not allowed to touch anything -
Fear of defection

(Note: Not only Gagarin wasn't allowed to land with Vostok 1, he wasn't allowed to touch anything and the flight was completely remote controlled - http://en.wikipedia.org/wiki/Vostok_1#Automatic_control)

20140225

Sincere apologies to the ghost of Mr. Adams

Meteor flies fast
Bright moon ahead, An idea flashes -
Oh no, not again!

words instead of sounds...

Zaman taneleri düşer tepemize, üstümüze
Geçmiş ve gelecek bizim olsun - sorumluluk olmasın -
Sonsuzluğun sessizliği ve kaosun gürültüsü

An ode to pTerry

"Pffff" said a small god
The explosions rocked the world
"Give way" said the giant.

Mert der ki yaz çiz, biz boş dururken...

Ne dersen de, boş...
Ahali lafa gelmez,
Vazgeç bu kış vakti...

Boza, ıhlamur,
Çay, kahve, iç kardeş iç,
Düşen kara biz bakar....

Gelecekten Haber Manşetleri

Robot Lobisi iktidara getirdi bizi" biipledi BaşRobot. 
(7 kelime ne yazık ki, daha kısamadım. Fikir Banu'dan çıktı.)


Robot Lobisi meydanda: 'Biip booop blooop'!!


Başbakan iddia ediyor: 'Robot Lobisi darbesi'!

Esasında son dediğim gerçek olabilir, bi bakmam lazım haberlere.


Son Haber: Robotlar Gezi Parkında direnişte!

İddialar: Enver Paşa'nın vücudu robotmuş!

TOMA dile geldi: Lobiciler benim cebimde!

20140121

All it takes is a world, disc shaped

"Pffff" said a small god
The explosions rocked the world
"Give way" said the giant

A Little Midnight Speeding

A dark night, very quiet...
A thundering noise, BANG!!
The bike flies, there it goes!