Arkadaşlarla biraz içtik. The Trout Inn'in lisanssız bir fotoğrafını bulamadığımdan, temsili olarak bu fotoğrafımı koymak zorunda kaldım. |
Philip Pullmann, bundan kabaca 20 sene once Lyra’nın hikayesini bizlere okutarak kendimizi çok farklı bir evrende, ruhlarımızın vücutlarımızın dışında yaşadığı ve hayvan şekline büründüğü, cadıların arktik bölgelerde cirit attığı, kilisenin insanları baskı ve kontrol altında tutmaya çalıştığı maceralardan geçirmişti. Devam iki kitabı aynı derece etkileyici olmasa da kendilerini okutturmuş, ve üçüncü romanında Tanrı’nın öldürülmesi ile seriyi bitirmiştik.
Aradan geçen yıllarda Amerika’da en çok yasaklananlar listesinde olmaya devam eden, hatta benim bir iş arkadaşımın bile ‘çocuklara o kitapları okutturmuyoruz’ dediği bu seri yine de bir çok insana da ‘Daha! Daha!’ çığlıkları attırmıştı.
Pullman’ın Oxford’u, Oxford yakınlarında oturan birisi olarak çok hoşuma gitmişti. Karakterlerin, daha 12-13 yaşlarında olmasına rağmen maceracı ve olgunca davranmaları, kendi kararlarını olabildiğince kendilerinin vermesi, bir yerde hepimizin başına gelebilecek ebeveynlerimizin o kadar da güvenilir olmadığı hissi, kitapları bütün yaşların zevkle okuyabileceği eserler kılmıştı.
Bu son eseriyle aradan bu kadar uzun süre geçtikten sonra Pullman, Lyra ve Oxford’una geri döndü. Bu kez Lyra’nın doğumundan hemen sonra olup bitenleri okuyoruz. Malcolm adında Oxford’un kuzeyinde nehir üstünde bir handa yaşayan bir 12 yaşında çocuk. Lyra, küçücük bir bebek olarak yakınlardaki bir rahibe manastırına gizlice bırakılıyor. Malcolm da manastırdakilerle iyi arkadaş olduğundan ve ayak işlerini yaptığından bebek Lyra ile tanışıp hayran kalıyor ufaklığa, ve kendisini Lyra’nın iyiliğine adıyor. Ancak bir sürü farklı güçler, kendi çıkarları için Lyra’nın peşinde.
Bir yandan da geleceği okuyabilen alteometer adı verilen cihazları araştıran bir Oxfordlu bilim kadını ile Malcolm’un tanık olduğu bir kaçırma olayı sayesinde tanışıyorlar ve arkadaşlık kuruyorlar, ve Malcolm kendisini bir casusluk zincirinde buluyor.
Kilise’nin devleti yönettiği bir Avrupa’da yaşıyoruz. Kiliseye karşı çıkan herkesin kaybedildiği, gençleri ve çocukları daha okul çağından faşist bir örgüte üye etmeye teşvik ederek, anne babalarını bile gammazladıkları bir ortam yavaş yavaş gelişiyor. Bir çok insan olup bitenlerin farkında olmasına rağmen ‘daha bana ucu dokunmuyor’ diye seslerini çıkarmıyor, çıkaranlar da esasında işin işten geçtiğini Kilisenin gizli polisi kapılarına yumruğu vurduğunda anlıyorlar.
Bir yandan da güzel bir yazın ardından, çingenelerin öngördüğü bir fırtına, bir sel gelmek üzere..
Pullmann, her ne kadar hayli çizgisel bir senaryo ile yazdığı bu kitapta okuyucuyu çok yormuyor - bu da normal, kitabın hedef kitlesi genç yetişkinler, ancak benim gibi kartlanmış morukların da okumaktan zevk almasını engellemiyor.
Açıkça söylemem lazım, bu kitabı ilk başlarda zor okudum, ancak sorunun kitapta olduğunu düşünmüyorum, sorun bende. Bu zamanlarda 7-8 tane kitabı aynı anda okumaya çalıştığımdan, kitaplar bir türlü bitmiyor ancak kitap bir yerde sarınca iyi sardı.
Bir yerde bazı insanların Pullman'ın yazı tarzından rahatsız olacağı kesin. Dine karşı hayli negatif, hayli iğneleyici olsa da Pullman inanca değil, daha çok organize dine karşı geliyor, dini bir baskı aracı olarak kullanılmasına çok karşı çıkıyor. Mesela rahibeler Lyra ve Malcolm’un iyiliği dışında bir şey düşünmezken, başkalarının düşüncelerini ezmeyi kendine amaç etmiş din adamları kötü gözle gösteriliyor.
La Belle Sauvage, Güzel Vahşi ismi İngiltere’nin emperyalist döneminden bir isim. The Guardian’ın yalancısıyım, meşhur amerika yerlisi Pocahontas ve kardeşi Tomocomo İngiltere’ye geldiklerinde Ludgate Hill bölgesinde bir handa kalmışlar. Hanın ismi Algonquianlı prensesin varlığını, portresini hanın levhası olarak kullanmış ve bu ikisinin üstünden hayli para kazanmış. İddiaya göre Tomocomo, her gördüğü yeni beyaz yüz için bir çubuğa bir çentik atmaya başlamış ve Plymouth şehrinden daha çıkmadan elindeki çubuk kibrit tanelerine dönmüş. Kısacası dünya Tomocomo’nun hayal ettiğinden çok daha büyükmüş…
Bu kitapta da çok yerel, küçük bir dünyada yaşayan Malcolm’un, çok daha büyük ve sınırsız bir evrende olup bitenlerden nasıl etkilendiği, ve en küçük insanların bile büyük hikayelerde rolleri olduğunu görebiliyoruz.
Merak ettiğim konulardan birisi, Pullman’ın bu kitabında Lyra’nın bir bebek olarak ses çıkarıp insanlara gülmek dışında bir rolü olmaması. Bir serinin ilk kitabında tanıştığımız Malcolm ana karakter olarak devam mı edecek, yoksa bu görevi Lyra’nın çocukluğu mu devralacak.
Arada benim anlamadığım bir çok gönderme var. Bunları daha sonraları başka yerlerde okuyarak kavradım, ancak benden daha çok klasikleri okumuş birisi kesinlikle daha çok zevk alacaktır.
Kitap çıkalı çok oldu, 2017 sonunda yayına çıkan La Belle Sauvage, Amazon UK sağolsun, hemen elime sert kapak versiyonuyla ulaştı, ancak serinin ikinci kitabı henuz ortalarda yok.
Özetlersek, Lyra’nın Oxford’undan Londra’ya, farklı bir gözle bakılmış efsaneleri ile tehlikeli bir yolculuğu anlatan, sürekli kurallara uymaktansa kendi inisiyatifini kullan öğüdü veren bir roman. Her ne kadar Türkçe çevirisi var mı diye bakıp bulamasam da, ingilizce bilen veya genişletmek isteyen her gence önerebileceğim bir kitap. Eğer gençliğiniz çoktan geçtiyse, o zaman kesinlikle okuyunuz. Tek bir son uyarım olacak, yeni çocuk yaptıysanız ve bebeğin altını temizlemekten bunaldıysanız, birkaç sene beklemekte yarar var...
No comments:
Post a Comment