Hikmet Usta alarmının çalması ile güzel rüyalarının arasından çekilerek hayatın acımasız gerçekleri ile bir kez daha karşı karsıya geldi. Traş olmaya bile tenezzul etmeden ustune tulumunu çekerek kabininden dışarı çıktı. Eski alışkanlığının etkisinde bir fare kadar gürültü çıkartmadan kabinin kapısını kapattı. Ancak gerisin geriye kapıya baktığında bunun gereksizliği görünce tekrar Hikmet'in keyfi bozuldu.
Son limandan hemen ayrıldıktan sonra geçırdıkleri kaza yüzünden oda arkadaşi Ahmet şu anda geminin morgunda bir buz kalıbı olarak birinci sinif ceset bileti ile yolculuğun geri kalanını sürdürüyordü. İşin kötüsü aynı kazada geminin mürettabatının neredeyse hepsini kaybetmişlerdi ve geriye sadece üç kişi kalmıştı. Tekrar Alfa Centauri'ye geri dönmek yerine kaptan Ayşe yolculuğa devam etmeye karar vermişti - çok zor bir karar da değildi acıkçası, geri dönmenin maliyeti devam etmeye göre çok daha fazla olduğundan Şirket sahiplerinin hışmına ugrayıp kaptanlığı kaybetmektense bir kahraman olarak Aydaki üslerine varma düşüncesi çok daha çekiciydi.
Hikmet Usta geminin tek tayfası kalmıştı geriye, bir de teknik mühendis Muzaffer, en son da kaptan Ayşe. Muzaffer ile Hikmet beraber zaten hasarlı gemiyi ayakta tutmak için korkunç bir çabayla calışıyorlardı. İlk birkaç gün tümüyle uykusuz halde neredeyse yıkılmakta olan sistemlerle mücadele ile geçmişti. Hem Muzaffer, hem Hikmet son derece yorgundular. Günlerdir ilk defa sekiz saat uyumuş ama hala uykusunu alamamiş Hikmet, Muzaffer’i azat etmek için makina odasına yollandı.
Muzaffer günlerdir ilk uykusuna gideceğinin düşüncesi ile dakikaları sayıyordu. Hala yüzünden uyku akan, yorgunluktan gözleri mosmor Hikmet makina odasına girince bir selam verdi bezgince.
"Hikmet, çok şükür geldin sonunda yahu, yıkılmak üzereyim"
"Muzaffer Bey, uyku yetmedi ya, yine de bir 8 saat siz uyuyun, sonra bi daha değişiriz."
"Bana uyar usta. Bu arada, yahu, kafa çalışmıyor, zamazingo" Muzaffer eliyle makina odasındaki kontrollere dogru salladi. "eeee, alette, meret yani, eee, diyorum ya, bi takim garip rakamlar var, bi baksana yahu."
"Tamam dert etme, ben bakarım, sen git yat."
Muzaffer kapıdan dişarı sallana sallana çıktıktan sonra Hikmet etrafına bir baktı. Hala uykunun etkisindeydi ve Muzaffer'in ne dediğine çok dikkat etmemişti. Bir şeyler yanliş gözüküyor olsa gerekti. Eninde sonunda bulurdu zaten. Bir bardak çay koyduktan sonra kendine, göstergeleri kontrole başlayarak geminin geçen her saniye daha da bozulan sistemlerine bakıcılığa basladı.
Sekiz saat göz açıp kaparcasına geçti. Hava temizleme sistemi bozulmuştu ve tamir edildi. Reaksiyon roketlerinin birisi durup dururken çok hafif bir şekilde basinç düşüklüğü gösteriyordu, olabildiğince borular yamandı, vidalar ve contalar yenilendi, sübaplar kontrol edildi. Muzaffer elinde bir bardak kahve ile kapıdan içeri girdiğinde Hikmet'in hali haraptı yine. Muzaffer ise biraz daha iyi gözüküyorsa da uykunun yeterli olmadiği belliydi.
"Muzaffer Bey, aha is listesi burada, ancak" Hikmet alnını ovaladi iki eliyle yorgunluktan "yahu şu zımbırtı hala sorun çıkartıyor. Akıl kalmadi yahu, cihaz yanlış ölçüyor yani, n'apsam yapayım bulamadım nerden."
"Tamam, ben bakarım, sen bir şeyler atıştır, git yat."
Hikmet duvardan destek ala ala yavaşça kantine yürüdü. Geminin bu kadar boş olması çok ilginçti. Kantinde bir tabağa soğuk bir kuru fasülye pilav doldurup mikrodalgaya attı ancak sigortaların attığını bir dakika boşu boşuna bekledikten sonra farketti. Kantinin ihtiyaclari o kadar aşagıdaydı ki yapılacaklar listesinde, bu olayın farkına bile varmamışlardı.
Pilavını soğuk fasülyelerle çatallarken koridordan bir pingleme duydu. Bir elinde tabak, bir elinde çatal, sesi takip etti ve kendini geminin köprüsünde buldu.
"Kaptan?"
"Hikmet, gel gel, yanlızlıktan canım sıkılmaya baslamıştı zaten."
Kaptan Ayşe bomboş köprüde tek başına koltugunda oturuyordu. Köprünün geri kalanı bomba patlamiş gibiydi ki işin gerçeği bundan çok uzak değildi. Gemiye çarpan meteorlardan birisi köprünün zırhını delip koca bir delik açmis, o an köprüdeki herkes birkaç saniye içerisinde basınç düşüşünden ölmüştü. Geminin radarlarindan birisinin arıza yapması ve genç ve tecrübesiz radar teknisyeninin diğer radara geçişindeki gecikme arasında nasıl bir şanstır ki olmuşşa olmuş, gemiye çarpan bir yiğin çakıl taşı Ayse'nin ve Hikmet'in neredeyse bütün gemi yoldaşlarının sonu olmuştu. Kaptan, o an kabininde uyuduğu için radar teknisyeninin hatasını düzeltemediğinden suçu kendisinde buluyordu. Hikmet bunun farkındaydi ancak sempati duymak için çok yorgundu.
"Ne dinliyorsunuz Ayşe hanım?"
"Ya, cihazların çoğu hala çalışmıyor, Muzaffer sen uyurken gelip birkaç kritik cihazı tamir etmeyi başardı, ben de o arada kendi kontrollerime bakıyordum ki müzik sistemi hala çalışıyormuş ancak kayıtların büyük kısmı kaybolmuş. Ben de kalanlardan sevdiklerimden birisini dinliyordum, Pink Floyd'un albumleri sağlam. Bu çalan Yankılar şarkısı. Sen türküleri tercih ederdin, değil mi?"
"Öyledir Ayşe hanım, bizimkiler beni daha bir geleneklere uygun yetiştirdiler, türküleri daha çok severim bu klasik muziklere göre."
Ayşe hafifçe gülümsedi. "Güzeldir bunlar yaaa, biraz melankolik ama olsun. Neyse, nasıl gidiyor?"
"Nöbeti Muzaffer Bey'e devrettim, şunu bitirip biraz uyuyacagım yine."
"İyi iyi, bir çeyler yapabilirsem haber verin, eğitimim farklı ama gördük biraz mühendislik sonuçta."
"Ayşe hanım, yardım edebilseniz kesin söyleriz, dert etmeyin."
Hikmet elindeki çatal ile selam verip kabinine yollandı. Bu kez Ahmet'in yokluğunu hatırlayarak kabin kapısını gönlünce çarptı kapattı.
Sekiz saat sonra Hikmet çok daha iyi hissediyordu. Makina odasından içeri bir türkü mırıldanarak girdiğinde Muzaffer'i elektron kaynaklarının birisinin altında buldu.
"Muzaffer Bey, gidin biraz dinlenin, sıra sizde."
"Hikmet, sıçtık ulan, sen uyurken sorunlar arttı da artti, meret hala çalışmıyor, ben bununla boğuşurken sen de zıkkımın köküne bir baksana yahu, uykuyu siktiret şimdi şunu halledeyim önce".
Hikmet, Muzaffer'in neden bahsettiğini anlamamıstı ama tekrar sorarak muhendisin yıpranmiş, ince iplik olmuş sabrını test etmeye kalkışmamanın daha iyi olacağını düsünerek reaktör kontrollerine göz atmaya gitti. Reaktörde çok miktarda argon var gibi gözüküyordu, Hikmet herşeyi unutarak basıncı düsürmeye ve radyoaktif argonu hazneden atmaya çalışmaya başladı. Çılgınca bir tempo tekrar başladı.
Sayısız gecen saatler sonra, Kaptan Ayşe koridordan aşagı koşarak makina odasından kafasını soktu "Ey ahali, zıplamadan çıkma zamanı geldi, hazır mıyız?"
Karşısında iki teknsiyen, yüzlerinden yorgunluk ve uyku akar bir şekilde sayıklamaya başladılar:
"Zamazingoda bi sorun var ama şansımızı deneyelim."
"Zıkkıma ben baktım yahu, bişi olmaaaz."
"Meretin seviyeleri şimdi daha iyi."
Ve uzun bir liste saymaya başladılar...
Zamanın ilerlediğinin farkında olan Ayşe, "Yeter, tamam, çıkıyoruz" diyerek köprüye geri koştu. İki teknisyen çılgın bir şekilde makina odasındaki cihazlara tekrar saldırdılar, birkaç saat daha dayanabilirlerse Ay yörüngesine yerleşip postu kurtarabileceklerdi.
Ayşe konsolundaki akan rakamlara baktı, bir yandan gözü gittikçe ilerleyen kronometredeydi. Bilgisayar sistemleri çoktan iptal oldugundan operasyon sırasında çok daha fazla kontrol edilmesi gereken şey var olsa da zaman kalmamıstı artık.
Kronometre sıfırı vurduğunda Ayşe elininin altındaki dügmeye bastı. Gemi iki boyut arasında sarsılarak hareket etti ve kendisini enerji seviyesinin daha uygun oldugu evrene yerleştirdi.
Ayşe'nin agzı kocaman açık kalmıştı. Karşısında Ay'ın gri yüzünü göreceğine kocaman parlak bir yıldız bütün haşmetiyle köprüyü aydınlatıyordu. İki teknisyenin mücaleleri arasında bir şeyin unutulduğu belliydi: Geminin saatleri normalden yavas çalışıyor olsa gerekti. Gemi dünya yörüngesinde olacağına Merkür'ün yörüngesinin bile içindeydi. Birkaç saniyelik fark birkaç işik dakikası mesafeye denk gelmişti.
Ayşe koltuğuna yığıldı. Bir eli gözlerini kapatırken diğer eli konsolda kendilerini kurtaracak bir düğme arıyorken kazara muzık sistemini acti.
Pink Floyd'un meshur şarkılarından birisi köprüyü doldurdu. "Kontrolleri güneşin kalbine ayarlayın!" Ayşe'nin kontrollerle mücadelesi sırasında sözlerin ne kadar yerinde olduğunu düşünecek zamanı hiç olmadı.
20081020
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment